Mühtedi
Mühtedi. 1. Doğru yolu bulan, hidayete eren. İhtida eden, kendi dinini bırakarak Müslümanlığı kabul eden; 2. Aslen Kalabriya doğumlu Occhiali; 3. Uluç Ali Reis, nam-ı diğer Kapudan-ı derya Kılıç Ali Paşa; 4. Provanslı Luca, nam-ı diğer Aliko.
Râna’da Osmanlı’nın çöküş günlerine hassas bir kızın gözleriyle bakan Osman Necmi Gürmen, bu kez okurlarını Kanuni’nin, Barbaros’ların, Turgut Reis’lerin Akdeniz’ine götürüyor: Mühtedi, savaşın denizlerde kazanıldığı bir dönemde, Endülüs’ten Kıbrıs’a, Cezayir’den Payitaht-ı Cihan’a, Akdeniz’in ve Akdeniz’i yurt bellemiş korsanların romanı… Aynı zamanda iç içe geçmiş iki ömrün, sadakatin ve sevginin hikâyesi. Kalabriya’da doğan, Müslüman olduktan sonra Kapudan-ı deryalığa kadar yükselen Kılıç Ali Paşa’nın hayatını, kölesi, oğlu Luca’nın, bir başka mühtedinin gözlerinden aktarıyor Gürmen. Ve soruyor: Hangisi daha güç? Yeni bir inancı kabul etmek mi, eskisinden sıyrılmak mı?
La Mancha’lı asilzade don Quijote’nin, yürekliliğini ve iyi kalpliliğini öve öve bitiremediği Uluç Ali… Tekrar vaftiz olması için Papalığın Kalabriya’da baronluk teklif ettiği Occhiali… Payitaht-ı Cihan’da, denizin üstüne Ayasofya’nın küçük bir benzerini inşa ettiren Kapudan-ı derya Kılıç Ali Paşa…
Osman Necmi Gürmen, Osmanlı’nın en güçlü olduğu bir dönemde “sonun başlangıcı”nı ve bu başlangıca direnmeye çalışanları vurucu bir şekilde anlatıyor: “Zaman değişiyor Kapudan-ı derya, beş on sene içinde Saray artık dünyanın payitahtı olmaktan çıkacak!”
Romandan alıntılar:
Hangi istikamette gidersek gidelim, Kutupyıldızına sevdalanmış gibi kuzeyden başka yöne dönmeyen o kerteli kutunun içindeki yassı ibre silahtan, zırhtan, sarmısak kokusundan, gebe kadınlardan, hele hele ettiği yemini hiçe saymış döneklerden hiç mi hiç hoşlanmazmış. Bunlardan birini yakınında hissettiği an rotayı ters yöne çevirtir, kaptanı yanıltırmış… Dönek olup olmadığımı anlamak için o tılsımlı ibrenin başına dikildim. Başaşağı ettiğim kum saati zamanı saymaya koyuldu. Dönek miydim?
***
Deniz, bir kuyruk darbesiyle karinayı delecek ejderler, insan etine düşkün sivri dişli canavarlarla doluymuş. Bu korkunç yaratıkları durdurmak için küpeştenin üzerinden eğilip gözlerinin içine bakmamız gerekirmiş. Topu topu bir karış boyundaki şeytan balığı ise dümenine yapıştığı tekneyi hareketsiz duruma getirir ve... işte o zaman, denizden fışkırırcasına peydahlanan korsanlar gemiyi enseler, hamuleye el basar, canlıları asıp keser, ortalığı kan gölüne döndürürmüş, tayfaların demesi.
***
“Ben Luc, nam-ı diğer Aliko, alınyazım Reis’in alınyazısının içine kıvrım kıvrım dolanan dere gibi süzüldü. Kaç kez bu anlamsız hayata son vermeyi düşündüm. Var olsam da, olmasam da bu devran dönecek, Rhône nehrinin suları istifini bozmadan sessiz sakin akacak, ummanın kıyısına yığdığı kumların altında kaybolacak bir mevsimlik panayır…”
***
Düşman donanması ufukta iyice seçilir seçilmez denizin üstünde dev bir hilal gibi yayılıp sessizce ilerleyen seksen küsur kadırgamızdan, gümbürdeyen köslerin eşliğinde, insanın kanını donduran bir uğultu yükseldi:
“Allah Allah illallah, baş üryan, sine büryan, kılıç kan, bu meydanda nice başlar kesilir, hiç olmaz soran. Üçler, yediler, kırklar, gülbang-ı Muhammedî, nûr-î nebî, kerem-i Ali, pîrimiz, sultanımız Hacı Bektaşı Veli, demine devranına hu diyelim, huuu!”
***
Biz Mağripli reisler, olur a bu kudurmuş herif bizim tutsakları da aynı akıbete uğratır korkusuyla, kulağımız tetikte, açık denize kaçmaya hazır bekliyorduk. Mızrak uçlarına kakılı kesik başlarla, çarmıha gerili naaşlarla yüklü kayıklar hafif bir akıntıda Marsa’dan Saint-Ange’a doğru kayıp gidiyordu. Zorlu bir direnişin hakkından gelmek için bu iğrenç seraskerin benimsediği yöntem... zulümdü!
Serasker’e misilleme, La Valette de elindeki tutsakların kafalarını kestirmiş; kanlı kelleler baltalı mızrakların ucunda Saint-Ange Kalesinin surları üzerine dikilmiş, göğüsleri hilal biçiminde yarılmış ceset dolu kayıklar Saint-Elme’e doğru akarmış.
***
- Destur Kapudan olacak imam! Bugüne dek savaşları müezzinler mi kazandı? Ey Hızır’la, Turgut’la birlikte dövüşen gaziler, sizlerin malumudur, gülle karinayı deldi mi mürettebat kendini kıyıya atmaktan başka bir şey düşünmez. Yanı başımızda kıyılar! Sen bozgunu hazırlarsın allahlık!
***
Zevcesine bir an önce kavuşma derdinde odaları dolanan İbrahim sevgili yârine takdim edeceği demet demet gonca gülü, yeni doğmuş kuzuları, turfanda meyveleri, ismi henüz duyulmuş “patata” denen yumrularla Peralı sakinlerin “tomata” dediği bir sepet kırmızı inciri sarayın kâhyasına emanet etmişti.
***
İşaretim üzerine yirmi levent, ellerinde pala, değirmene saldırıverdiler. Hedefleri, kanatlara bağlı hidalgo tasvirli levhaları parçalayıp atmaktı. Meşalelerin ışığında, sanki gökten inip yeryüzüne ateş üfledikten sonra gecenin karanlığında havalanıp kaçıyormuş görünen o uğursuz resimlerin üzerinde parıldadı palalar