Zeliha Zarifoğlu, kocası Mehmet’in öldürülmesiyle, beş çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kalır. Ahmet, Ali, Fatma, Emin ve Mustafa’nın yaşamöykülerini okuduğumuz panoramik romanın arka planında da Osmanlı’nın son dönemi, Mütareke yılları ve I. Dünya Savaşını izleriz. Farklı patikalarda ilerleyen bu beş çocuğun yolları hep anneleri Zeliha’ya ve köyleri Mavruz’a çıkacaktır...
“Zarifoğlular bir madende ya da sanki bir mahzendeydiler. İçlerinde herkes iyi ve çalışkan olmasına rağmen, üzerlerinde bir kasvet, bir yanlışlık ya da bir lanet vardı. Her şeyin tam yapıldığı bir eksiklik vardı üzerlerinde. Tuhafiye açılması gereken yere diyelim, dürüst çalışan bir bakkaliye açmışlardı, silah sıkılması gereken yerde mesela, bütün inceliğiyle bıçak kullanmışlardı, daha ölümün sonlanmadığı yerde, bunlar duaya başlamıştı; yani tatlı bir su, yıllardır doğrusu bilinmeyen yanlış bir yataktan akmaktaydı.”
“Fikri Bey’le Degustasyon’da yemek yerken, karşı masaya uzun kâkülü ve düşünceli bir yüzü olan, gözleri aniden açılan aniden uyuyan, upuzun bacakları bağlı bulunduğu eklemden, yağmursuz günde taşınan şemsiye gibi serbestçe sallanan bir kızla genç bir adam oturmuştu. Emin Zarifoğlu yemek sırasında bakışını kızdan, avcısıyla göz göze gelen, kasları kilitli bir av gibi ayıramamıştı. Modern bir giyinişi vardı kızın; o gün ten rengi çorap, atkılı ayakkabı, dizin hemen altına kadar inen kısa etekle üstten cepli yandan ilikli bir ceket giymiş, yakasına Paris usulü bir broşla boynuna küçük taneli bir inci kolye takmıştı. ‘Bu kadar güzel olunabilir mi, şu medeni kanun çıkmasaydı bu kızı zevce diye alır, köydekine dönüp bakmazdım,’ dedi ve dedikleri asla olmazmış gibi iç geçirdi. Garsona salma yolla pişmiş sarımsaklı dane piliç söyledikten sonra Fikri Bey, ‘Genç zevce azgın olur, piston kolu gibi sabah akşam adamın kasığına oturur, nasıl başa çıkacaksın,’ dedi.”
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.