Kestane Kıranında Kadınlar’da Zarifoğulları ailesinin ve bir dönemin panoramasını çizen Tahir Musa Ceylan, bu kez Mavruz’un elli yıl sonrasına bakıyor. Aynı renkli, canlı üslupla ve yine birbirinden çok farklı, abartılı hatta gerçeküstü hayat hikâyeleriyle...
“Yarım asrı geçen yaşına birkaç ömür sığdırmış, ama geride tek bir iz bırakmamıştı. Dünyayı bir silgi gibi silerek ilerliyordu. Denizin kenarına vardığında dönüp kendine baktı, kendi yağından yakası parlamış ceketinin üzerinde elini gezdirirken bu dünyada ikinci kez ağlıyor, o ağlarken Menekşe’de balıkçıların tezgâhına bir damla zift gibi akşam düşüyordu.”
Henüz körpe demek için bile erken olan kızdan on yedi yaş büyük adam, yalnız kaldıklarında sinekkaydı tıraşı, Pereja kolonyalı saçları, kalemle çizilmiş gibi duran dudaklarıyla ona Yahya Kemal’den şiirler söylüyor, Rüzgâr Gibi Geçti’den başlayarak filmler anlatıyor, Sait Faik’ten hikâyeler okuyordu. Zeliha anlatılanları anlamıyor, Yahya Kemal’den çok, aklında bir erkeğin en çekici tarafı olarak onun az önce kesilmiş sakalları kalıyordu. Akşamları yalnız olduğunda, içini döşeyen ipek bir örtüye dokunuyor, köyde ağaçların üzerinde elma armutla beslenmek, sidik bırakarak özgürleşmek günlerini özlüyordu. Onun burnunda köy tüterken, Zeki Bey de kızı görmeden yapamıyor, her gece öğretmen arkadaşlarının yatakhane nöbetini gönüllü olarak devralıyordu; akıllılar saflardan çok âşıklardan faydalanıyordu.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.